SORU: Tövbe etmek için hangi günahtan tövbe ettiğimizi bilmemiz gerekiyor mu?

SORU: Tövbe etmek için hangi günahtan tövbe ettiğimizi bilmemiz gerekiyor mu?

CEVAP:

بسم الله الرحمن الرحيم

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَی مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ و عَجّل فَرَجَهم

Öncelikle, istiğfarın tövbeden farklı olduğunu bilmeliyiz; istiğfar, tövbeden önceliklidir, yani kişinin önce “istiğfar dilemesi” ve sonra “tövbe etmesi” gerekir.

“İstiğfar dilemek” (mağfiret istemek), “örtülme”yi istemektir; Merhametli ve Şefkatli Yaratıcı’dan günahımızı “örtmesini” istiyoruz ve bu, günahın bağışlanmasını istemekten farklıdır. Ona “af dileme” denir. Bu nedenle mağfiret, affedilmekten daha kapsamlı bir kavramdır. Bağışlanma (affedilme), mağfiretin bir türüdür. Yüce Allah günahları bağışlıyor ve sonuçlarını/etkilerini örtüyor.

Bu nedenle, “istiğfar” sadece günahla ilgili değildir, “zanb”la da ilgili olabilir. “Zanb” kelimesi çoğunlukla “günah” diye çevriliyor ve bu bazı sorunlara sebep oluyor. Örneğin, Hz. Peygamber’in masum ve günahsız oluşuna bir halel getiriyor ki eğer öyle çevirirsek Fetih Suresi’nin ilk ayetlerinde Hz. Peygamber’in geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlandığını söylemiş oluruz. O zaman insanlara şöyle itiraz etme hakkı da doğar; “Ey Allah’ım nasıl oluyor da sen Peygamberinin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını affediyorsun ve üzerine de Mekke Fethi ile ödül veriyorsun da bizi, işlediğimiz günahlardan dolayı cehenneme gönderiyorsun?!” Dolayısıyla akla da Allah’ın adaletine de ters bir durum söz konusu olur. Yüce Allah günahından dolayı kimseyi ödüllendirmez; ancak cezalandırır. Ayette “zanb”larının örtülmesi için Mekke’nin fethinin ona verildiği buyruluyor.

«إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا * لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا»

“Şüphesiz biz, sana apaçık bir fetih verdik. * Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek zanblarını örter. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.” (Feth,1-2)

Arapça’da koyunun kuyruğuna “zanb” denir (kuyruk, arkadan koyuna yapıştığı için). Dolayısıyla, insanın üzerine, kişiliğine vs. yapışan, ona eşlik eden ve ona olumsuz bir şekilde etki etme ve zarar verme ihtimaline sahip olan herhangi bir şeye de “zanb” denir.

Dolayısıyla günahlara da “zanb” deniliyor ki insana yapışıyor, üzerinde etki bırakıyor. İnsan ancak tövbe ve istiğfar ederse bu günahın etkisinden kurtulur; etmezse ölene kadar veya cehenneme kadar onun üzerinde kalır.

Günahtan başka şeyler de insanın üzerine yapışabilir. İftiralar, dedikodular, yalanlar vs. da böyle bir etkiye sebep olabilir.

Doğrudan günah anlamına gelen kelimeler bellidir; “ma’siyet” yani Allah’a karşı isyan etmek, “ameli subh” yani kötü bir iş yapmak. Bu iki kelime doğrudan günah manasına geliyor ama bazen “zanb” da günah anlamında kullanılmıştır. Günah “zanb”ın bir türüdür ama her günah “zanb” değildir.

Kumeyl Duası’nda olduğu gibi tüm masumların dualarında geçen istiğfar da bu, günah olmayıp, perdeleri/hicapları deren “zanb”lar içindir.

Mesela bazı Araplar Peygamberimize çeşitli lakaplar takmışlardı; şair, mecnun, deli vs. gibi. Allah Mekke’nin Fethi ile onun, geçmiş ve gelecek bütün “zanb”larını örttü. Elbette bu da ümmet içindir ki Allah zaten biliyor Peygamberi masumdur. Peygamberin kendisi de, eğer bir şeyden endişelenirse risalet görevi için endişelenir, bireysel anlamda bir nam/şeref düşkünlüğü onun için söz konusu değildir elbette.

Mekke Fethi ile Peygamber güç sahibi oldu ve herkesi affetti. Tüm insanlar onun ne kadar mihbiran olduğunu, ashabının onu ne kadar çok sevdiğini gördüler ve kalpleri İslam’a ısındı. Bu tarihi olay, ayrıca İslam’ın kılıçla-kanla yayıldığı iftirasını da geçersiz kılıyor. Eğer bu “zanb”lar örtülmeseydi tarihte Peygamber’den iyi bir isim kalmazdı. Bu tarihi şahitlikle geçmişteki ve gelekteki tüm insanlara hüccet tamamlanmış oldu.

Sonuç olarak insanlar bilmeli ki Peygamber Masum’dur, her sözü vahiy’dir ve İslam Hak’tır.

Bu nedenlerle, önce “istiğfar dilemeli” ve sonra tövbe etmeliyiz; ayette buyrulduğu gibi:

«وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي رَحِيمٌ وَدُودٌ»

“Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na yönelin (tövbe edin), kuşkusuz Rabbim, sürekli merhamet edendir ve (müminler ve tevbe edenleri) çok sevendir.” (Hûd, 90)

Birisi düştüğünde ve yaralandığında önce kalkmalı, kendini temizlemeli, yarasını sarmalı ve sonra tekrar yürümelidir. Ve ruhlarımızı arındırıp kalplerimizi değiştiremediğimiz için, mağfiret dilemekle (istiğfar etmekle) Allah’tan bunu bizim için yapmasını istiyoruz.

Allah’tan bizim tüm eksikliklerimizi, ihmallerimizi, hatalarımızı, günahlarımızı ve ayrıca başkalarının bize karşı olan kötülüklerini “örtmesini” ve “affetmesini” istiyoruz.

Bu nedenle, belirli günahları hatırlarsak, onlar için mağfiret (örtülme) dileriz ve eğer hatırlamazsak, genel olarak Yüce Yaratıcı’dan mağfiret dileriz.

Tövbe sadece pişmanlık demek değildir, “Tövbe” kelimesi “dönüş” anlamına da gelebilir. 

Allah’ın isimlerinden biri “Tavvab” dır. Yani çok tövbe eden. Çünkü çok lütuf ve merhamet, bakışlarını günahkâr kullarına ve tövbe edenlere çevirir; öfkeden uzaklaştırır.

Günah bizi Yüce Allah’tan uzaklaştırdığına göre, bizim için “tövbe” sadece günahtan arınmak değil, günahtan Allah’a dönmek anlamına da gelir.

Açıktır ki, insan önce hangi günahları işlediğini ve hangi günahları Allah için bırakıp, onlardan Yaratıcısına yöneldiğini bilmelidir. Ama aynı zamanda, Allah’ı sevdiği ve yakınlığını hedeflediği ve ak bir yüzle O’na kavuşmayı istediği için şöyle diyor: “Ey Allah! İşlediğim tüm günahlar için sana dönüyorum”. Hatta günahı olmasa bile “Ey Allah’ım, tüm günahlardan sana dönüyorum.” diyebilir. Yani sana dönüyorum ve günahtan nefret ediyorum.

Öyleyse, hatırladığımız günahların her biri ve hatırlamadığımız ya da hiç bilmediğimiz her günah için bunları “örtmesini” (istiğfar) ve “affetmesini” (bağışlanma) istiyoruz ve ona dönüyoruz (tövbe ediyoruz).

Diğer Konular/Çeşitli Konular