SORU: Dine nereye kadar soru yöneltebiliriz; bunun bir sınırı var mıdır? Mesela neden fıkıh konusunda sorgulama yapamıyoruz?

SORU: Dine nereye kadar soru yöneltebiliriz; bunun bir sınırı var mıdır? Mesela neden fıkıh konusunda sorgulama yapamıyoruz?

CEVAP:

بسم الله الرحمن الرحيم

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَی مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ و عَجّل فَرَجَهم

Bu soru genel ve detayda bazı açıklamaları gerektireceği için birkaç aşamada cevaplanacaktır;

a) Genel anlamda dinde soru sormanın bir sınırı yoktur. Hele ki dini konuları bilimsel ve felsefi bir bağlamda değerlendireceksek… Tabi sorulan sorunun bir çerçevesi olmalı ve cevap gibi mantıklı olmalı. Yanlış soru, doğru cevaplanamaz. Elbette sorma eyleminin ardında çeşitli niyetler de vardır; dalga geçmek, şüphe yaratmak, çelişki bulmak ve körü körüne inkar etmek, mantıklı ve kabul edilebilir bir neden bulmak, anlamak, bilmek, bildiğini göstermek vs. Ama hangi niyette olursa olsun sorular ve sorgulamalar kabul edilmeli ve gereken üslup ile cevaplanmalı. Tıpkı İmamlarımızın (as) yaptığı gibi…

İmam Ali (as), KufeMescidi’nde ashabına “Sorun bana, beni yitirmeden önce…” dediğinde biri ona sakalındaki kıl sayısını, başka biri yerden arşa kadar olan mesafenin ne kadar olduğunu soruyor. İmam (as) bu sorulara bile elbette soruya uygun bir üslup ile cevap veriyor (Nehcü’l Belaga, 189. Hutbe).

Aynı şekilde İmam Cafer Sadık (as)’ın öğrencisi olan Mufazzal, bir gün iki ateistin konuşmalarına şahit olduğunda öfkeli bir şekilde onlara karşılık veriyor. Onlar Mufazzal’a İmam’ın bu konularla ilgili onlarla nasıl konuştuğunu örnek veriyorlar. İmam’ın çok sabırlı, sakin, yumuşak başlı, kibar, sağlam ve akıllıca konuştuğunu; onların delillerini sonuna kadar ilgi ve metanetle dinleyip sonunda karşı delillerle nasıl çürüttüğünü ve kendileriyle bu şekilde konuşmasını istiyorlar (Tevhid-i Mufazzal).

Ve biri İmam Cafer Sadık (as)’a Allah’ın varlığından şüpheli olduğunu söylediğinde buyuruyor ki; “Allah-u Ekber! Bu sadece eminliğin başlangıcıdır.”

Sonuç olarak herkes sorusunu rahatça sorabilmeli, cevabının peşine düşmeli ve doğru cevabı bulmalı… Elbette şüphe ve soru da birbirinden farklıdır; şüphe doğruyu yanlışa benzetmektir.

b) Evet, dedik ki insan bilmediği her konuda ve alanda, bilgisizliğini gidermek amacıyla dine istediği kadar soru yöneltebilir, bir sınırlama yoktur. Bu, akaitte (inanç konularında), fıkıhta (dini hükümlerde), ahlaki meselelerde, tarihte ve diğer tüm alanlarda geçerlidir. Maksadı öğrenmek olduğu sürece sorusu her zaman geçerlidir ve cevabının peşinden gitmelidir. Burada, inançlı ama dini konuda bilgisizliği olan bir insandan söz ediliyor.

Ama bu maksat dışında, örneğin gerçeği bulmak amacıyla yapılan sorgulamalarda özellikle fıkıh alanına yöneltilen soruların bir karşılığı yoktur. Eğer kişi İslam’a teslim olan biriyse, bu hükümleri taabbuden yani sorgulamadan kabul etmesi gerekir. Ama henüz eminliğe ulaşmamış bir kişiyse de sormaya yanlış yerden yani sondan başlamıştır.

İnsan, dine yönelip Allah’a kul olma serüveninde işe inancın temelleri ile başlar; burada akıl birinci plandadır ve düşünmeye, eleştirmeye, sorgulamaya, deliller araştırıp cevaplar bulmaya yer vardır. Herkesin, Allah’ın varlığına, birliğine, adaletine, ilmine, merhametine,  peygamberlerine, imamete, ölümden sonraki hayata, kitaplara vs. yönelik delili, kendi çabası ve düşüncesi ile elde ettiği delillere dayanmalıdır. Herkesin sorgulaması ve delil araması kendine özgü olmalı ve bu işi mutlaka yapmalıdır. Bu süreçte insan, düşünerek bir hakikatin peşinden gider ve tanrıyı bulur. Daha sonra O’nunla ilişkilerini düzenlemeye başlar ve en son işin ameli (pratik) kısmına gelince, inanca itaat bakımından birtakım kurallara tabi olur. İşte burada fıkıh hükümleri devreye girer.

Artık insan, bu kulluğa razı olmuştur ve Yaratıcısı tarafından O’na verilen vazifeleri yerine getirmekle yükümlüdür. İnsana burada amel etmek düşer. Çünkü Allah’ın mutlak irade sahibi olduğunu kanunları sadece kendisinin koyabileceğini ve bu kanunları Peygamber aracılığıyla bize bildirdiğini bilir. Ve artık “Namaz neden farz, sabah namazı neden 2 rekat 3 değil, neden her namazda Fatiha suresi okuyoruz…?” gibi sorular sormaz.

Bu durumun akla aykırı bir tarafı yoktur; çünkü insan herhangi bir kabul veya inançtan kaynaklanan davranışının ardındaki nedeni günlük hayatında sorgulayarak yaşayamaz. Bu tüm inançlarda ve hatta inanç dışındaki konularda da böyledir. Bir Müslüman nasıl inancının gerektirdiği şekilde namaz kılıyorsa bir ateist de aynı şekilde inancının gerektirdiği gibi namaz kılmaz. Bir kadın bir tarife göre yemek yapıyordur; bunu ya annesinden ya internetten, ya deneyip yanılarak ya da başka bir şekilde öğrenmiştir. Her yemek yaptığında neden bu şekilde yapıyorum demez ama yemeğini daha güzel yapabilmek için tamamlayıcı bilgiler öğrenebilir.

Dolayısıyla din bir yaşam şeklidir ve insana hayatın her alanında rehberlik eder ve aynı zamanda ona ahiretini nasıl kazanacağının yolunu da gösterir. Bu rehberlik, bir yönteme ve birtakım kurallara tabidir ki bunların tümüne fıkıh denir. Bu hükümlere tabi olmak, temelde akli bir inanca dayandığı için de akıl dışı bir durum değildir.

c) Her halükarda bir insan üç farklı yön ile dinde fıkıh alanına soru yöneltebilir

1)  Sebep yönü: “Sabah namazı neden iki rekat?”

Bu durumda kişiye dinde nadiren sorgulanan alanlardan birinin fıkıh olduğu ve fıkıh hükümlerinin sorgulanmadan kabul edilmesi gerektiği sebepleriyle hatırlatılabilir. Nitekim kanun koyucu Allah’ın bir bildiği vardır.

2)  Delil yönü: “Sabah namazının iki rekat oluşu hangi hadisten veya ayetten çıkarılmıştır?” Bunu, alanı fıkıh-usul olan bir din öğrencisi hocasına sorabilir ve zaten işi bu olduğu için cevabını öğrenmelidir.

3)  Hikmet yönü: “Sabah namazının 2 rekat oluşunun sırrı nedir?”

Allah’ın mutlak iradesini kabul edip tabi olan insan, yaratıcısının bu emrinin ardında yatan hedefi, hikmeti, sırrı merak edip bunun ardına düşebilir.

Taabbud, İslam’ın üç temel ilmi olan akait, ahlak ve fıkıh alanlarından sadece fıkıh alanına özgü bir durumdur ama akait ve ahlak alanında farklı yönleri ile sorulacak sınırsız soruya yer vardır.

Ahlakta da bu sorgulama ve sorular önemli ve gereklidir. Bu alanda insanın varlıksal bir hareketi söz konusudur. Bu hareket içerisinde insan, nereye nasıl, neden gittiğini bilmek zorundadır. Önünü görebilmesi ve yolunun aydınlanması için bu gereklidir. İnsan neden kibirli olmaması gerektiğine tam olarak ikna olmadan kibir ile mücadele etmeye gönüllü olmaz ve nasıl mücadele edeceğini bilmeden başarılı olamaz. Dinin özü güzel ahlaktır, dolayısıyla bu alandaki sorulara da sınırsızca yer vardır.

Sonuç olarak sanılanın aksine İslam akıl dinidir, bu dinde düşünceye ve sorulara oldukça yer vardır ve hatta düşünülerek elde edilmiş bir din Allah katında daha makbuldür.

e-post:

info@x-shobhe.org

Telegram Kanalı:

@SupheSoruCevap

Diğer Konular/Çeşitli Konular